Ana Sayfa

Atatürkçülük sayfası

H.Bektaş Veli Sayfası

 

 

 

Ulusalcılık ve Hoca Ahmet Yesevi

 

Hoca Ahmet Yesevi’nin, Türk Milleti’nin İslam dinini benimsedikten sonra, ulusal bilincini korumasında çok önemli bir yeri vardır. Bu büyük Türk düşünürü, İslam dinini temel alan bir felsefe geliştirerek, İslam tasavvufunda, Türk Milleti’nin İslam’a bakışı ve onu algılayışını işlemiştir. Düşüncesinin yorumlanmasında, Türk Milleti’nin ulusal bilincini koruması için, ısrarla Türkçe’yi kullanmış ve kullanılmasını istemiştir. Böylece, Türk Milleti’nin, diğer Müslüman unsurlar içinde eriyip kaybolmasını önlemiştir. Dikkat edilirse, Türk devlet ve topluluklarından, Yesevi felsefesini benimseyenler tarih içinde kendilerini korumuşlardır. Ancak, sünni akideyi benimsemiş olan Hanefi mezhebi mensupları ile Nakşıbendi ve Kadiri tarikatlarının bağlıları, ulusal bilinç konusunda, Yeseviler (Bektaşiler) kadar hassas olamamışlardır. Çünkü, onlar, İslam’ın Arap yorumunu benimsemişlerdir. Zamanla da içinde bulundukları toplumlar tarafından eritilmişlerdir. Buna verilecek pek çok örnek vardır. Bu örneklerden en çarpıcı olanlarından birisi, Hindistan’da kurulmuş ve bu gün bile insanların hayranlıkla izlediği, seyrine doyum olmayan, Tac Mahal ve benzeri eserleri meydana getirmiş olan Babür İmparatorluğudur. Bu büyük medeniyeti kuran, böyle muhteşem bir güce ulaşan bir devlet, tarih sahnesinden silinmiştir. Ancak, bundan daha acı olan ise, şu anda, o bölgede bir tane bile “Ben Türk’üm” diyen insan bulunmayışıdır. Hintlilerle karışarak kaybolan Türkleri bu gün hiç kimse hatırlamamaktadır bile. Geride bıraktıkları eserler de olmasa, onların bir zamanlar yaşamış olduğuna hiç kimse inanmayacaktır. Babür Devletinin kuruluşu aşamasında Babür Şah, en büyük desteği, Türk Safevi hükümdarı, Şah İsmail’den almıştır. Bu gün, Şah İsmail’in torunları Ulusal bilinçlerinin farkındadırlar. Ancak, Babür Şah’ın torunları adeta buharlaşıp, yok olmuşlardır. İşte ulusal değerlere önem vermeyen toplumların sonu böyle olmaktadır. Burada, millet olarak varlıklarını devam ettirebilen Şah İsmail’in torunları (Güney Azerbaycan Türkleri), kanımızca, Türkçe’ye büyük önem veren, büyük Türk düşünürü Ahmet Yesevi’nin düşüncesini benimsedikleri için Türkçe’yi unutmamışlar ve bu sayede de Türklüklerini korumuşlardır. Bir başka örnek vermek gerekirse, Mısır’da hüküm sürmüş, Memlük Türk Devleti’ni gösterebiliriz. Sünni inanışlı bu Türk devleti mensupları da, zaman içinde, din adına (Arap din alimleri, Arapça öğrenmeyenin cennette kimseyle konuşup anlaşamayacağı safsatasını, orada yaşayan Türklere anlatıp, onları ikna etmişlerdir.) Arapça konuşmaya başlamış, daha sonra dilini unutarak ulusal kimliğinden kopmuştur. İslam dini tefekküre(düşünceye) çok önem verdiği halde, “Din konusunda söylenecek her şey söylenmiştir” diyerek beynini iptal edip, düşünme zahmetine katlanmayanlar ve din adına, -Dil-ini terk edenlere en güzel karşılığı, Ahmet Yesevi düşüncesinin günümüzdeki takipçilerinden olan, rahmetli Türkmen kocası Aşık Mahsuni Şerif “Ey Arapça okuyanlar, Allah Türkçe bilmiyor mu?” diyerek vermiştir. Ancak, kafalarını Arap toplumunun yanlış din anlayışıyla doldurmuş olanlar, tabi ki bunu da anlamamışlardır. Hatta, bu sözünden dolayı onu tekfir etmişlerdir. (Kafir ilan etmişlerdir.)

                Halbuki, Hoca Ahmet Yesevi’nin felsefesini benimseyen Türk toplulukları, İslam’ı en sade ve duru biçimde hayatlarına tatbik etmekle beraber, ulusal bilinçlerini de koruyabilmişlerdir. Hatta, Osmanlı’dan evvel, Balkanlar’a giderek, orada yaşayan Arnavutları ve Boşnakları İslam diniyle tanıştırmışlardır. Bektaşilik sayesinde, bu milletler bu gün bile, dini törenlerindeki dualarını ve ilahilerini Türkçe olarak okumaktadırlar. Türkçe’ye olan aşinalıklarından dolayı, Türklüğün yükselen değer olduğu dönemlerde, bu insanlar kendilerini Türk olarak tanımlamışlardır. Osmanlı Devleti’ne çok büyük bir sadakatle bağlanmalarının nedeni de bu aşinalıktır. Yoksa , Osmanlı hiçbir yerde insanları din değiştirmeye zorlamamış, hatta davet bile etmemiştir. Fethettiği ülkelerde yayınlanan ilk ferman, her zaman, “Herkesin dilinin, dininin serbest olduğu”nu açıklayan fermanlar olmuştur. Bu gün dahi, bu halkların biri birine yakınlığının altında yatan gerçek, bizimle aynı dine mensup olmakla beraber, dinlerini yaşarken, ibadetlerinde, törenlerinde Türkçe’yi kullanmış ve kullanıyor olmalarıdır. . Din adına Arapçılığı dayatan bazı unsurlar, bu durumu bildikleri için, Yeseviliği, Bektaşiliği karalama konusunda her dönemde, adeta bir birleriyle yarış halinde olmuşlardır.

Bu durum Hıristiyanlıkta ve Musevilikte de aynıdır. Hıristiyanlık biraz daha geniş yelpazede tutunmuştur, ancak Musevilik adeta İsrailoğulları’nın milli dini olarak yansıtılmıştır. Bu yüzden de sonradan Museviliği benimseyen insanlar ne kadar dindar olurlarsa olsunlar, İsrailoğulları’nın yanında, hiçbir zaman bir başka İsrailoğlu kadar itibar görmezler. Hıristiyanlıkta verilecek en güzel örnek ise, Gagauz Türkleridir. Gagauzlar Hıristiyan olmalarına karşın, dillerini, Türkçe’yi, terk etmedikleri için, diğer dindaşları tarafından sürekli horlanmış ve aşağılanmışlardır. Bundan kurtulmanın tek yolu ise, Macarlar ve Bulgarlar gibi, Hıristiyanlığı benimsemenin yanı sıra, mutlaka dillerini de terk ederek içinde bulundukları toplumda erimeleri gerekmektedir. Yani, Türk olduklarını da unutmaları gerekmektedir. Başka türlü, aynı dini benimseyen insanların arasında itibar elde edemezler. 

Muharrem Kılıç

27 Kasım 2002

İstanbul

                                                                                   http://www.turkdirlik.com/Bilgimece/Siyaset/Umumi/MKilic0002.htm

sitesinden alıntıdır

  Bu sayfa 13.03.2009 19:53:26 Tarihinde Güncelleştirilmiştir