Ana Sayfa

Atatürkçülük sayfası

H.Bektaş Veli Sayfası

 

 

HACIBEKTAŞ-I VELİ FESTİVALLERİ    

 

Yrd.Doç.Dr. Abdülkadir YUVALI

F.Ü. Fen-Ed. Fakültesi Tarih Bölümü

(Kültür Bakanlığı Milli Kültür Dergisi, Eylül 1989, Sayı:66)

 

Hacı Bektaş-ı Velî düşünceleri,  fikirleri, ilmi, yüksek ahlâk ve örnek yaşayışıyla Türk-lslâm toplumuna hizmet etmiş,  Anadolu'yu ve diğer İslâm topraklarını aydınlatmış, birlik ve beraberlik için çalışmış bir Türk düşünürüdür,

Adı ve fikirleri, ona gönül verenler tarafından hafızalarda yaşatılmış olan bu örnek insanın şahsında Türk töresi ve islam inancı bütünleşmiştir. Türk töresi üzerinde yapılacak araştırmalar için Hacı Bektaş-ı Velînin yaşayışı ve fikirleri kıymetli birer malzemedir. İslâmiyeti gönül rızasıyla kabul eden Türkler bir yandan yeni inançları uğrunda mücadele  etmek suretiyle islâm kavimleri arasında mümtaz yerlerini alırken, diğer yandan da islâm'ı yaşama ve yayma hizmetlerini de birlikte yürütmüşlerdir. Islâmiyetin Türkler ve özellikle atlı göçebe kültürün temsilcisi olan Türkmenler arasında yayılması yani Batı Türkistan, Iran, Azerbaycan ve Anadolu'da islâm'ın yayılması söz konusu olunca, Hacı Bektaş-ı Velînin takip ettiği yol ve düşünceleri Türk-îslâm tarihi açısından önemli bir kaynak olarak kullanılabilir.

Hacı Bektaş-ı Velînin doğduğu ve yetiştiği topraklar daha X.yüzyıldan itibaren Türklüğün ve  Islâmiyetin kaynaşıp bütünleştiği,  hafızalarda "Horasan" olarak ya­şayan bir bölgedir. Bu isim Anadolu insanı için coğrafî bir bölge olmaktan öte hemen bütün Batı Türkistan, Maveraünnehr ile Sir-derya ötesini ifade için kullanılmıştır. Bu yüzden olmalı ki, bugün Anadolu şehir, kasaba ve köylerinde ebedî istirahatgâhlannda dahi yöre insanlarının birlik ve bütünlüğü hususunda temel taşlar olan Türkmen Babaları'nın hemen hepsi için "Horasan" önceki vatanları, yetiştikleri feyz aldıkları diyar olarak gösterilmiş olması bir tesadüf olmasa gerektir. Kısacası, Anadolu'da Türklüğe ve Islama hizmet etmiş Türkmen Babalarının ilk vatanları olarak zihinlerde "Horasan" ismi kalmıştır. Hafızalarda yaşayan bu bilgilerin kritiği yapıldığı zaman, hemen hepsinde ortak hu­sus ise, Türkmen Babaları'nın kendi istekleriyle veya şeyhleri tarafından Islâmı yasama ve yaymak maksadıyla gönderilmiş olmalarıdır. Türkmen Babaları'nın "Horasan"dan Anadolu'ya gelişleri ile ilgili rivayetler, doğu-batı yönündeki Türk göçleri içerisinde ele alındığı zaman rivayetlerdeki doğruluk oranının yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

Anadolu'nun Türkleşmesini ve Anadolu'ya yapılan Türk göçlerini üç bölümde ele almak mümkündür

a) Selçuklular'dan önce yapılan göçler,              

b) Selçuklular zamanında  yapılan göçler

c) Moğol harekatı sırasında yapılan göçler.    

Selçuklular'dan önce Anadolu akınlarında, Türkler genellikle üc­retli asker olarak Abbasi ve diğer siyasî teşekküllerin yönetiminde Anadolu sınırlarını zorlamışlarsa da bu akınlar kalıcı olmamış, Adana-Erzurum hattı boyunca sıralanan ve Avasım (Sugur) adı verilen savunma merkezleri ile ilgili hatıralar destanlarımıza konu olmuştur.           

Selçuklu Devletinin planlı olarak başlatmış olduğu Anadolu akınları mahiyet ve maksat bakı­mından daha farklı olmuş, 200 yıldan beri açılamayan Anadolu kapılan açılmış, Türkmenler Orta Asya'daki yurtlarına paralel olarak ikinci yurt saydıkları Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Bu sıralarda ve daha sonraları Anadolu'ya o kadar çok göç oldu ki, Türkmenler hayat tarzlarının gereği yurt tutmak istedikleri yörede yaylak kışlak ikilisini tercih ettikleri ve hatta kendileri için hayatî önem arz eden bu özelliği dahi aramamışlardır. Anadolu'ya kaçış şekline dönüşen bu göç sırasında Türkmenler, Anadolu'da yurt bulabilmek uğrunda hayat tarzlarını değiştirmişlerdir. Anadolu'da kendilerine "tahtacı" denilen ve orman ürünleri ile geçimlerini temin eden bu insanlar Anadolu'ya geldikleri sırada geçimlerini hayvancılık ile temin ettikleri halde, eski yurtlarındaki siyasî, sosyal ve diğer bazı sebeplerden dolayı bu tercihi yapmak zorunda kalmışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin savunma politikası gereği "Uç" denilen sınır bölgelere yerleştirilen bu Türkmenler, daha sonraları yani Anadolu Selçuklu Devleti'nin Mo­ğol kontrolü altına girmesiyle tamamiyle sınır bölgelere çekilmiş­lerdir.

Abbasiler zamanında Avasım şehirleri, Malatya-Erzurum hattı üzerinde iken, Büyük Selçuklular zamanında Doğu ve Orta Anadolu şehirleri, Anadolu Selçuklular zamanında Marmara ve Ege (Adalar) denizi sahilleri, Osmanlılar zamanında da Balkanlar olmuştur. Balkanlara giden bu Türkmen gazilerine "Rum Abdalları" veya "Hak ehli" gibi isimler verilmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasıyla başlayan Beylikler döneminde Anadolu'nun siyasî, sosyal ve kültürel yapısında değişme olmuş, her şehir merkezi âdeta bir beyliğe merkez olmuştur. Bu beyliklerden bilhassa Bizans sınırına yakın olanlarda ve Osmanlı Beyliği topraklar üzerinde "Abdal" veya "Baba" lakabı verilen Türkmen Babaları daha  önce Batı Türkistan'da verdikleri mücadeleyi bu defa onların dergâhında yetişmiş temsilcileri vasıtasıyla Bizans sınırında vermişlerdir. Bunlar bir yandan Bizans'a karşı' yapılan gazalara katılmışlar, müritleriyle birlikte fethedilen yeni topraklarda zaviyeler kurmak suretiyle islâm'ın bu yörede yayılmasına hizmet etmişlerdir, "Rum Abdallan" Balkanların fethi sırasında * büyük hizmetler vermişler, ilk Osmanlı kronikleri ve XV. yüzyılda yazılan bazı menâkıb kitapları onların kerametlerle karışık hayat hikâyelerine yer vermektedir.

Anadolu'nun Türkleşmesinde üçüncü ve belki de en önemli dönem Moğol harekâtı ile başlamıştır. Daha Cengiz Han'ın başlatmış olduğu batı seferi ile Bati Türkistan ve Iran topraklarına hakim Harzemşahlar Devleti dağılmış, Moğollar için Yakın-doğu yolu açılmıştır. Orta Asya, Bati Türkistan, Iran ve Azerbaycan'da yaşayan kavimler için Moğol tehlikesinden kurtulmanın iki yolu vardı. Birincisi onlara katılarak bu devletlerin  etnik unsurunu oluşturmak, ikincisi ise mücadele etmek. Başarılı olamayınca daha batıdaki topraklara çekilmek seklinde özetlenebilir. Moğollar karşısında batıda Memlûk Devleti hariç hemen hiçbir siyasî teşekkül tutunamamıştır. Moğollar'a itaat etmemek için daha batıdaki topraklara çekilen ve nihayet son sığınak yeri olarak Anadolu'yu seçen Türk kavimleri Anadolu'nun Türkleşmesini müsbet yönde etkilemişlerdir. Diğer taraftan Moğollar'ın hizmetinde onlarla karışıp kaynaşan Türk kavimleri, Moğollar'ın batıda ilerlemelerine paralel olarak, Batı Türkistan, Iran, Azerbaycan ve Karadeniz'in kuzeyindeki topraklarda yasamakta olan soydaşları Türklerin de kendilerine katılmasıyla Moğol Devleti'nin etnik yönden Türkleşmesinde ve islâmlaşmasında büyük rol oynamışlardır. Moğol imparatorluğunun batıdaki temsilcileri olan Altınordu'da başlayan Türkleşme ve İslâmlaşmayı Çağatay ve İlhanlı Devletleri takip etmiştir. Altınordu, Çağatay, ilhanlı Devletlerinin etnik yapılan bu dönemdeki gelişmelerle açıklanabilir. Ayrıca Cengiz Han'ın kurduğu devletin sivil kadrolarını çoğunlukla Türkler oluşturduğu gibi, devletin esası da Orta Asya'daki geleneksel Türk Devlet sisteminden ibaretti.

Moğol harekâtı sırasında yaşamakta olduktan topraklan terk ile İran, Azerbaycan ve Anadolu'ya sığınan Türkler, İran'da ilhanlı Devleti'nin kurulması ve Anadolu Selçuklu Devleti üzerindeki baskısını artırmasından sonra, Türkmenler "Uç" tabir edilen Anadolu'nun sahil şeridi ile aşılması güç dağlık yörelere çekilerek llhanlılara ve onlara bağımlı durumdaki Anadolu Selçuklu yönetimine karşı mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler sırasında Türkmen Babalaları halkın sevgisini kazanmışlardır. Bugün dahi birer ziyaretgâh olarak türbeleri, dergâhları ziyaret edilen Türkmen Babaları'ndan biri olan Hacı Bektaş-ı Veli'ye duyulan saygı ve bağlılık bu hadiselerle yakından ilgili olmalıdır. Maverâünnehr, Harzem ve Horasan gibi gelişmiş kültür çevrelerinden Moğol istilası sebebiyle gelen, şeyhler ve dervişler, Konya, Kayseri, Sivas ve Tokat gibi merkezlere yerleşmiştir. Genellikle, vahdet-i vücut mektebi, Şihabuddin Sühraverdi mensupları, Necmeddin Kübra taraftarları olan bu kimseler, tasavvuf mekteplerini temsil ediyorlardı.Tasavvruf sistemlerine çoğunda yerleşik halk ve bilhassa aydınlar arasında taraftarlar buluyorlardı. Ayrıca, Anadolu Selçuklu yöneticileri ve Anadolu'yu kontrol altında bulunduran İlhanlı devlet adamları ile de iyi geçinmişlerdir. Hacı Bektaş-ı Velî'nin göçebe Türkmenler arasında, Mevlânâ'nın da yerleşik halk arasında taraftarlar bulması o günkü Anadolu'nun sosyal ve siyasî yapısıyla yakından ilgilidir.

Hacı Bektaş-ı Velî ve diğer Türkmen Babalarının düşüncelerindeki ortak husus Türklük ve İslâmiyet olmuştur. Bu düşüncelerin öncesine gidildiği zaman karşımıza Türklüğe ve İslâmiyete beşiklik eden Batı Türkistandaki Türk İslâm düşünürleri çıkmaktadır. Bunlar arasında Yeseviliğin kurucusu Hoca Ahmed Yesevi ilk sırayı almaktadır. Tarikat kurucusu ve sûfi sair olarak Türkmenler arasında Islâmiyetin yayılmasında büyük payı bulunan bu büyük Türk mutasavvıfının şöhreti sadece Türkistan'a münhasır kalmayıp, Türklerin yaşadığı her yerde onun tarihî şahsiyeti menkıbevî bir hüviyete bürünmüştür. Hoca Ahmed Yesevi'nin bir diğer özelliği de İslâm ilimlerini ve o gün için çok yaygın olan İran Edebiyatını
bilmesine rağmen, müridlerine dervişlik âdabını telkin için, anlayabilecekleri bir dil yani Türkçe ile hitap etmiştir. Yesevî tarikatı, bir Türk tarafından Türkler arasında İslâm'ı yaymak maksadıyla kurulmuş ilk tarikat olmuştur. Bu tarikat sayesinde o zamana kadar İslâm dairesi dışında kalmış, Türk kavimleri arasında Islâmiyetin yayılmasını sağlamıştır. Bu özelliğin den dolayı olacak ki, Hoca Ahmed Yesevi'ye "Türklerin en büyük velîsi" gözü ile bakanlar ol
muştur,    

Türk-lslâm medeniyetinin önemli merkezlerinden biri olan Batı Türkistan "Horasan"da yerleşik şehir merkezleri ile yaylak-kışlak hayatını devam ettiren yörelerde İslâmî yaşayış farklı yönlerde gelişme göstermiştir. Bu durumu Anadolu'da da görmek mümkündür. Her ikisi de Yesevilikten kaynaklandığı halde, Mevlevîlik ve Bektaşilik, hitap ettikleri insanların hayat tarzları farklı olması sebebiyle farklı biçimlerde gelişme göstermişlerdir. Nitekim, 20. Hacı Bektaş-ı Velî Festivalinde sunmuş olduğumuz tebliğ ile ilgili olarak, şahsıma ve tebliği sunan diğer ilim adamlarına yöneltilen sorular kendilerini Bektaşi olarak kabul eden bu insanların Hacı Bektaş-ı Velîyi ne ölçüde tanımış olduklarını ve Bektaşiliği yaşadıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Bir kültür ve turizm faaliyeti olarak festivallerin lüzumlu olduğu muhakkaktır. Ancak, 20 yıldan beri festivale konu olan Hacı Bektaş-ı Veli'nin düşünceleri ve hayat tarzı ne ölçüde ortaya konabildi? Bu konuda yapılan yayınlar ile, ona inananlara, gönül verenlere Hacı Bektaş-ı Velî tanıtılmış olsaydı aşağıda, bazılarına yer verdiğiniz sorular yerine daha başka sorular sorulabilirdi. Bugüne kadar yapılan festivallerde bilinenden öteye gidilmemiş, bunlar ise nakli yoldan öğrenilen, zaman ve mekân yönünden izahı güç bilgiler, olduğu görülmektedir. Ayrıca, Bektaşilik Osmanlı Devleti tarafından destek ve himaye gördüğü için, bazı "Heteredoks" tarikatlar açıkça ortaya koyamadıktan bazı görüşlerini Bektaşilik adı altında ona gönül verenlere sunmuşlar, böylece islâm dini ve Türk töresi ile bağdaşması mümkün olmayan birçok hususlar Bektaşiliğe maledilmiştir.

Festival dolayısıyla bilim adamlarının sundukları tebliğleri ilgi ile takip eden dinleyicilerden bazıları yazılı olarak sorular sordular. Bu sorulardan bazılarını buraya almakta fayda görüyoruz.

1. Şiilik, 12 imam ve özellikle 12 imamlardan İmam Cafer hakkında bilgi verebilir misiniz?

2. Bu törenlerle Hacı Bektaş'ı Velî dejenere edilmiyor mu? Bu tören ve anmalar böyle sazlı sözlü değil de, onun yetişmesi ve yaşayışını tanıtacak şekilde olması lazım değil mi? Dejenere olmuş bu törenlerle bir velî kurtulur mu?

3. Çıktığı dönemlerde Anadolu'yu kasıp kavuran ve birçok insanın hayatına malolan Celâlî isyanlarında Bektaşiliğin veya Safevî Devleti'nin rolü olmuş mudur?

4. Mevlâna ile ilgili birçok kaynak olduğu halde, Hacı Bektaş-ı Velî hakkında çok kaynak yoktur, açıklar mısınız?

5. Hacı Bektaş-ı Velînin eserlerini öpmek veya etrafında sürünmek doğru mudur? Ziyaret hakkında bilgi verirseniz memnun oluruz.

   6. Tasavvuf düşüncesinde Hacı Bektaş-ı Veli'nin yeri nedir?

   7. Bektaşilik, dinî bir tarikat mıdır? Yoksa sosyal bir tarikat mıdır?

   8. Bugün Hacıbektaş'da yaşayan ve kendilerine "Çelebi" denilen sülalenin Hacı Bektaş-ı Velî ile yakınlığı var mıdır?

  9. Günümüzde Mevlâna için yapılanların bir kısmı da Hacı Bektaş-ı Velî için yapılamaz mı? Üniversitelerimizden birinde "Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Enstitüsü" açılamaz mı?

  10. Hacıbektaş'da eskiden "Harmanyeri" diye adlandırılan yerde kayalara yapışık halde bulunan taşlaşmış buğday ve mercimekler hakkında bilimsel bir açıklama yapılabilir mi?

  11. Hacı Bektaş-ı Velînin kendisi ve fikirleri gerek geçmiş yıllarda ve günümüzde politik amaçlar doğrultusunda kullanılıyor, bu durum nasıl önlenebilir?

   12. Hacı Bektaş-ı Velînin Alevîlik ile ilgisi var mıdır?

   13. Hacı Bektaş-ı Velî şenliklerine gelen misafirler için buraya gelince ibadetlerini tamamladıkları ve hacı oldukları söylentisi var, acaba doğru mudur?

     Yukarıda sıraladığımız sorular, bir arayışı göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü, Hacı Bektaş-ı Velî törenlerinde, sevgi, bağlılık ve inancı hemen bütün yönleriyle görmek mümkündür. Fakat sevenlerin sevdiğini tanıması lazımdır. İnsanın bilmediği tanımadığı bir şeye bağlanması, sevgi bağlarının yanlış yönlere kanalize edilmesine de sebep olabilir. Hacı Bektaş-ı Velîye gönül verenlerin kafalarını kurcalayan bu ve benzeri soruların daha sonraki yıllarda yapılacak törenler sırasında bilim adamlarınca cevaplandırılmasıyla, onun Türk olduğu kadar îslâm ve islâm olduğu kadar da Türk olduğu ortaya konulacaktır.

 

  Bu sayfa 06.11.2007 22:05:11 Tarihinde Güncelleştirilmiştir