OYUN
Karalar bağlamış
gökyüzü, içinden akıttığı hazin yağmur damlalarını sabredilmez
bir ağırlıkla toprakla kavuşturuyordu. Yere düşen damlalar,
sana ulaşmanın verdiği huzurla etrafa yayıyordu o çiğ toprak
kokusunu. Kenarları demir oymalı tahta banklar sırılsıklam
olmuş, çiğ taneleri etraftaki ağaçların sararmaya hazır
yapraklarını mesken tutmuşlardı. Ellerinden gelse; iri ve
solgun yapraklardan kayarak toprağa atlayıvereceklerdi. Şehrin
ortasında yeşil bir halı misâli duran büyük parkta pek insan
kalmamıştı. Yağmur etraftaki insanları dağıtmış fakat
diğerlerine göre daha inatçı bir tavır takınarak, sırılsıklam
olmuş tahta bankların birinde; yeşil bir çam ağacının altında
oturmakta olan orta yaşlı kadını yenememişti.
Sonbaharın kasvetiyle yere dökülen
solgun ve cansız yapraklarla dolu, buram buram toprak kokan o
issiz park köşesinde; içinde kopan o çılgın fırtınayı köşeye
sinmiş bir kedi yavrusu gibi sessizce dindirmeye çalışan
esmer, minyon kadın, siyah paltosunun cebinden çıkardığı hafif
kırışmış kağıdı elinde tutarak, onu okumaya cesaret
edeceği anı bekliyordu. Orada ne kadar zamandan beri
oturduğunun farkında bile değildi. Hâttâ ağır ağır yağmaya
başlayan yağmuru bile hissedecek kadar kendinde olduğu bile
meçhuldü. Sanki sadece kendi dünyasına sığınmış; gerçek
dünyayı bir kenara fırlatmış bir insan gibiydi şu an. Elinde
tuttuğu mektuba canını alacak bir varlık misâli korku ve
dehşetle bakıyordu. Kendisini toparladığı vakit; okumaya
başladı mektuptakileri...
"Dostum-Sevgilim-Arkadaşım,
İnan veda etmenin bu kadar zor olacağını bilmiyordum. O
nedenle ancak gittikten sonra veda ediyorum sana. Biliyorum,
ne kadar yalvarsam da affetmeyeceksin beni... Fakat beni
biraz anlamaya çalış; onsuz, herhangi bir insan gibi
olamadığımı bilmen gerekli. Seni yüzüstü bıraktığım için özür
dilerim ama bu saçma savaşı sakat bir asker gibi kazanamam...
Beni affet... Murat."
Yazılanları okuduktan sonra farkına vardı; yağmur
yağıyordu. İçindeki yangını, yüreğini söküp atan acıyı
dindirebilecek miydi sanki bu sağanağa dönüşmüş yağmur? Hayır,
affetmeyecekti hiç bir zaman... Sevildiğini anlayınca terk
eden bir insanı o da sevmezdi artık. Gururuna yediremiyordu
bir türlü, başka biri için terk edilmeyi... Terk eden o'na
insanları sevdirmiş buz dağı gibi haşmetli olan yüreği için
için yanıyor, bütün buzlarını serin sulara dönüştürüyordu.
Lanet okuyordu artık hayata, bir kukla misâli oyunu bitirme
çabasındaki insanlığa. "Ne fark etti? Ne değiştirdi beni
sevişin? Kendimi içine hapsettiğim o dar ve karanlık mahzenden
çıkardığın gibi yine kapattın beni oraya." Affet diyorsun,
asla affetmeyeceğim seni. Keşke hiç tanımasaydım, bilmeseydim
bana bu sahte oyundaki maskeli yüzleri sevdirip sonra da başka
biri uğruna terk eden kişiyi diyeceğim hep. Ama ben de yürekli
değilim senin gibi; damarlarımda sinsice akan eroinden
kopamayacağım ben de. Tıpkı senin gibi terk ediyorum bu oyunu;
benliğimi sevgimi her şeyimi bitiren eroinin uğruna..."
Yağmur dindiğinde, ortaya çıkmak için bulutları yaran güneş
etrafı ısıtmaya başladı. Yavaş yavaş ıslak toprak kokusunun
yerini mazot ve benzin kokuları aldı. Yaşlı bir kadın
yorgunluktan titreyen bacaklarını dinlendirmek için köşedeki
bankta uyuyan kadının yanına oturdu. Sohbet etmek istediğinde
soru sormaya başladı. Fakat esmer kadın artık cevap veremezdi.