..>* Yakup GÜRSES

..>*  Soyağacımız

 
 
 

       SANAL DÜNYANIN CEVHERLERİ  

 

 Toplumlar varlıklarını kuşaklarla sürdürür. Yaşadıkları dönemlerinin özellikleri doğrultusunda yaşam biçimi, duygu, düşünce, değer ve dünya görüşü farklılıkları gösteren bu kuşaklar arasında çatışmalar yaşanır. Nesiller arasındaki bu sorun her çağda, her yüzyılda kendini belirgin olarak hissettirir. 

“Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar…” 

 Bu ifade, komşu teyzenizin, amcanızın söylediği bir cümle değil; M.Ö. 350 yılında, dönemin filozoflarından Aristotales tarafından dile getirilmiş. Yani o zamandan bu zamana değişen bir şey yok… 

Nesiller arası anlaşmazlıkların, uyuşmazlıkların önüne geçebilmek için öncelikle yaşadığımız zamanı da kapsayan çağ insanlarının özelliklerini bilmek gerekir. 

Kuşak; yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, benzer sosyal, politik, ekonomik, kültürel vb. olaylardan etkilenmiş; ortak değer, beklenti ve davranışlara sahip guruplardır. Her kuşağın hayatı algılama biçimleri, farklı iletişim tarzları ve davranış biçimleri vardır. Bu nedenle içinde yaşadığımız süreçte birlikte yaşamakta olduğumuz farklı  kuşakları tanımak durumundayız. Bu yaşanacak muhtemel sorunları çözmemize katkı sağlayacaktır.

 

Günümüzdeki kuşaklar; 1946 öncesinde doğan ‘Gelenekselciler”, 1947-1964 yılları arasında doğan ‘Baby Boomers –Nüfus Patlaması Kuşağı-‘, 1965-1979 yılları arasında doğan ‘X Kuşağı’, 1980-1999 yılları arasında doğan 'Y Kuşağı' ve 2000 yılından sonra doğan ‘Z Kuşağı’ mensuplarından oluşmaktadır. 

 

2010 yılından sonra doğanları tanımlamak için Avusturalyalı fütürist Mark McCrindle ilk defa Alfa Kuşağı kavramını kullanmışsa da; son 10 yıldaki ışık hızında değişimi, teknolojideki olağanüstü gelişmeleri, dijitalliğin hakimiyetini, uzay araçları ile Mars’a, Ay’a seyahat ve yerleşim planlamaları yapılmasını dikkate aldığımızda, 2021’den sonra doğanlara, bugünden itibaren  -Z Artı Kuşağı- adını vermem çok abartılı olmayacaktır.  

Nüfus Patlaması Kuşağı; ‘Yaşamak için çalışmak gerekir’ felsefesiyle büyüyen insanların oluşturduğu kuşaktır.  İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “nüfus patlaması” yıllarında 1 milyar bebeğin doğumu nedeniyle bu dönem, “Baby Boomers” kuşağı olarak da isimlendirilmiştir. Bu kuşak, dünyadaki insan hakları hareketlerine, telsiz, telefon ve radyonun altın çağlarına tanıklık ederken Türkiye’nin bebekleri ise ihtilalin ve çok partili dönem sancılarının arasında büyümüşlerdir. Bunlar, refaha, mal ve hizmetlere özlem duyan ve sosyalistlerin, ‘küçük burjuva özlemcileri’ dediği 55-75 yaş aralığındaki kuşaktır.  

X kuşağı; Bunların yaş aralığı 40-55 arasında değişmektedir. Teknolojiye adapte olmakta ciddi sorunlar yaşayan, değişimi kabul etmekte zorlanan, kurallara uyumlu, belirli bir disiplinde yetişmiş, sabırlı ve otoriteye saygılı, iş sadakati yüksek

insanlardır. Ayrıca bu nesil için, “Önce çocuklarına daha sonra anne ve babalarına baktılar” ifadesi de kullanılmaktadır.  

Y kuşağı; 20 ile 39 yaşları arasındaki nesli oluşturmaktadırlar. Teknolojiye bağımlı, hiyerarşik çalışmayı sevmeyen, kendi işinin patronu olmayı isteyen kuşaktır.  Y kuşağı, hayata gözlerini çok kanallı televizyonlarla açmış ve internetle büyümüştür.  Y kuşağı, kafasına uymayan, saçma durum gördüğünde dayanamaz ve kaynamaya başlar. Adalet duygusu, bu neslin en temel değerlerindendir. 

Y kuşağı; X kuşağıyla da tamamen kopuk olmayan, X ve Z kuşakları arasında tam bir köprü konumundadır. Y kuşağının, ara bulucu ve iki kuşağa da ılımlı yaklaşan bir yapısı vardır. 

 Z  (Milenyum) Kuşağı;  Teknolojinin kucağında doğan 0- 20 yaş arasındaki bu nüfus; teknolojiyle nefes alır, internet aracılığı ile sosyalleşmeyi tercih eder. İnternet sitelerinden arkadaş edinen bu kuşak, sanal âlemi etkin şekilde kullanır. Dikkat süresi kısa, ancak aynı anda birden fazla işi yapabilme yetenekleri yüksektir. Söylemek istediklerini karşı tarafa direkt söylemeleri, kuşak çatışmalarını artırmaktadır. 

2000’den sonra doğan Z kuşağını Y kuşağından ayıran en keskin fark, Z kuşağı çocuklarının neredeyse ellerinde akıllı telefonlarla dünyaya gelmiş olmalarıdır. Dijital, bu nesil insanlarının yaşamında büyük önem taşır. 

Y ve Z kuşaklarının  (Yeni Nesil) özelliklerini dikkate aldığımızda, “Nüfus Patlaması” ve “X” kuşağı mensuplarıyla çatışmalarını görmezden gelemeyiz.  

İletişim becerisinin istenilen düzeyde olmadığı, dinlemekten çok konuşmanın tercih edildiği, çocuklar ve torunların kendileri gibi olmasını isteyen ebeveynlerin çok olduğu toplumlarda bu kuşaklarla çatışma kaçınılmaz olmaktadır.  

BİZLERE DÜŞEN GÖREV 

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) verilerine göre,  2019 sonu itibarıyla 83 milyon 154 bin 997 kişi olarak belirlenen Türkiye nüfusunun yüzde 23,1'ini 0-14 yaş, yüzde 67,8'ini 15-64 yaş, yüzde 9,1'ini ise 65 yaş ve üzerinin oluşturduğu dikkate alındığında;  neredeyse ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan yeni nesille çatışmanın önüne geçmek, daha çok 1980 öncesi doğumlu bizlere düşmektedir.  

Kuşaklar arası çatışmalar toplumda önemli problemlere dönüşürken eski kuşakların yeni nesli dinleyip anlamaya çalışması,  eğitim politikaları belirlenirken gerekli tedbirlerin alınması, toplumun gidişatı açısından son derece önemlidir.  

Ülkemizde yaşayan 1980 öncesi doğumluların bir bölümü aşağıdaki tavır ve davranışları sergilemesine rağmen, yeni nesille çatışmaktan kurtulamıyor.  

Sürekli telefonla, bilgisayarla ilgilenen çocuklarımıza kızıyor, bazen, ‘’Bırak artık onu elinden’’ diye bağırıyoruz. Ekrandan ayrılıp yemek masasına gelmeleri için defalarca çağırdığımız oluyor. Ama onlar oralı değil. Ne zaman acıkırlarsa o zaman sofrada oluyorlar. Ebeveyn korumacılığı ile onlara kol kanat germeye çalışan bizler mi haklıyız, dijital dünyanın çocukları mı?.. Yeniliklere zor adapte olan ebeveynler olarak olaya şöyle yaklaşamaz mıyız? Hava karardığı halde hala eve

gelmeyen evladımıza bir tuşla ulaşıp ‘’Geliyorum anne, otobüsteyim’’ açıklaması ile rahatlamıyor muyuz?.. Sınav sonuçlarına ulaşmak için dershanelerin rehberlik

servislerine koşmak yerine, çocuğumuzun, ‘’Geçmişim anne… 80 almışım’’ açıklaması ile yüzümüz gülmüyor mu?.. Son depremde Bayraklı’da enkaz altında kalan insanlarımıza, cep telefonlarının IP numaraları üzerinden ulaşılınca hepimiz çılgınca sevinmedik mi?..  

O zaman gelin, saklambaç, birde bir,  körebe oynamayan ancak, dijital oyuncaklarıyla dünyaya hakim olan çocuklarımıza öfkeyle değil, sevecenlikle yaklaşalım. 

     Her zaman görüştüğümüz bir aile dostumuz var. Kızları Kıbrıs’ta mimarlık okuyor. Geçen yaz şantiye stajını Torbalı’da tamamladı, bu yaz ‘ofis stajını’ yapacak. Anne baba, kızları dizlerinin dibinde olsun, staja evden gitsin gelsin diyerek harıl harıl tanıdık mimar arıyor. O ise oralı değil. ‘’Ben evrak taşıyan, büroda çay demleyen, patronun misafirine kahve pişiren stajyer olmayacağım… İki aylık stajım süresince okul bilgilerimin üzerine bir şeyler koymak istiyorum. Derdim sadece bir formaliteyi yerine getirmek değil’’ diyerek bulunan mimarlık ofislerini elinin tersiyle itiyor. Bizimkiler, biraz kızgın, biraz kırgın bir şekilde yatak odasına çekiliyor. Mimarlık öğrencisi genç kızımızın ışığı ise sabah ezanına kadar yanıyor… Haliyle de anne baba öğle yemeğinde iken o sabah kahvaltısı yapmak için masaya geliyor… Anne babaya da şu açıklamayı yapıyor. ‘’Akşamdan beri araştırma yaptım. Biri Milano’da, diğeri Almanya’da olmak üzere iki büyük merkezi olan Türkiye kökenli bir inşaat firmasının yetkilisine ulaştım… Yazıştık. ‘Evraklarını gönder, ofis stajını ister Almanya’da, ister İtalya’da yap’ dedi. Gönderirsiniz değil mi?..’’  

      Anne baba şaşırmış, kızlarının stajını yurt dışında yapacak olmasından biraz endişelenmişler ama artık karşılarında sadece bir evlat değil, dijital dünyanın araştıran, sorgulayan, sonuca ulaşan bir temsilcisi olduğu için de sevinmişler, böyle bir evlada sahip oldukları için onurlanmışlar, gözleri ışıldamış.

     İletişimin en önemli kuralı karşındakini olduğu gibi kabul etmektir. Ne yazık ki hepimiz, hem iş hayatında hem de aile yaşantımızda diğerlerini kendimiz gibi görüyor, onlardan aynı düşünce yapısını ve performansı bekliyoruz. Göremeyince de çatışmaya başlıyoruz. Bu çatışmanın en önemli nedenlerinden birisi, kuşakları anlamamak ve bizden daha becerikli olduklarını bir türlü kabullenememektir.        

 Nesiller X, Y, Z olarak ayrılıyor. Bunlara ‘Baby Boomer’ ile sessiz kuşağı da ekliyoruz. Fakat nesillerin belirli noktalarda birleştirilmesi,  aralarında geçişlerin olması, toplumsal huzur için şarttır.

  

BASKI VE PSİKOLOJİK SAVAŞ İŞE YARAMAZ 

Bu uyum aşamasında nesillerin özellikleri devreye giriyor. Her bir nesil, birbirinin özelliğini bilir ve ona göre anlayış geliştirirse ahenkli bir şekilde yaşamak ancak o zaman mümkün olabilecektir. Baskı, psikolojik savaş, küskünlük, mobbing veya benzeri yöntemler, bu sürecin her iki tarafta kalıcı tahribat bırakmasına sebep olur. Ebeveyn ve çevre, yeni neslin davranışlarını ne kadar çok kötüleyip eleştirir ve engellerse karşılığında o kadar nefret kazanır. Kısacası etkin dinlemeyi başarmamız gerekiyor.   

Bize düşen görev; ‘Y+Z neslinin, sosyal dayanışma projelerinde dinamik olarak yer almasını sağlamak, üretime katılmalarını teşvik etmek, toplum yaşamında bir bütünün parçaları olduklarını anlamalarına yardımcı olmaktır’. Konumlarının "özel"liğini  pekiştirerek onlara yeteneklerini nasıl geliştirecekleri, neyi okumaları gerektiği değil okuyacaklarını nasıl seçecekleri öğretilmeli; takım sporlarında yer almalarına imkan tanınmalı, ekip projelerinde ödüllendirilerek teşvik edilmeleri sağlanmalıdır. Bunun için de eğitimcilerin çözüm önerileri, ülkenin eğitim politikasında yer almalıdır. Aksi takdirde durumun farkında olan bilinçli kişilerin ve doğru adımlar atan ebeveynlerin bireysel çabaları sonuç vermeyecektir. 

 Ailenin ve çevrenin yeni nesle ayak uyduramamasının ve çocukta meydana gelen değişimlere karşı çıkmasının altında yatan en önemli neden; bu değişimlerin çocuk ile aile ve çevre arasındaki kopmanın başlangıcı olacağının hissedilmesidir. Oysa bu durum yaşanması gereken bir süreçtir ve yaşanmak zorundadır.

 Yeni nesil ile aramızdaki çatışmaları sona erdirmekte görev, bizlere yani seksen öncesi doğumlulara düşmektedir.   

    Ünlü şair Nazım Hikmet’in; 

   ‘’Ben sadece ölen babamdan ileri, 

     Doğacak çocuğumdan geriyim…..’’ 

  Satırlarında belirttiği gibi yeni neslin bizden ileri olduğunu kabul etmemiz, onların içlerindeki cevherin daha rahat bir şekilde ortaya çıkmasının ve çağı aydınlatmasının yolunu açacaktır. Bu yaklaşım, onların başarılarını artıracak destek ve tedbirlere eğilmemizi sağlayacaktır. Onları göz teması ile dinlemek, sadece ebeveynlik görevimiz değil, aynı zamanda ülkemizin gelişmesine, aydınlanmasına da hizmet olacaktır. 

       Son söz;  ‘Çocuklarınızı dinleyiniz, destekleyiniz, sizden ileri olduklarını kabul ediniz ve kendi döneminiz için değil; yaşadıkları ve yaşayacakları dönemler için yetiştiriniz’.   

                                                                              

  Kaynakça:

1.   X, Y ve Z Kuşakları Nedir?                     Ahmet BALAT

2.    XYZ Nesillerinin Farklılıkları                  Bülent ERGAN Dijital İtibar Yönetimi

3.   XYZ Kuşakları Hakkında                        Gülbin GÜMÜŞ

Bir Değerlendirme                                   

4. Kuşak Çatışması                                       Uzm.Dr. G.Meral ÖZGÜR

                                                                         Psikiyatrist, Psikoterapist

5. Kuşak Çatışması Nedir?                          İstanbul Rehberlik Derneği Beylikdüzü

6. Kuşak Çatışması                                       Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK

7. www.acikbilim.com/2013/09//dosyalar/nesiller-ayriliyor-x-y- ve-z-nesilleri.html

8. www.karakese.net/y-kusagi-ne-demek-59899.html

 

«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»

 

KORONAVİRÜS ÖNCESİ  (KVÖ)*

Yıllar nasıl da geçti. Yazdım, karaladım, bıraktım, sonra tekrar kaleme sarıldım ama yazdıklarımı bir türlü bir araya getiremedim. Hep erteledim, hep 'Yarın' dedim…

Erteleme, 2020'nin Ocak ayında, çok uzaklarda ortaya çıkan ve bir anda yayılarak dünyayı kasıp kavuran 'koronavirüs' hepimizi etkileyen bir kargaşaya dönüşünceye kadar devam etti.

Virüs haberlerinin yarım kulakla dinlenip önemsenmediği günler hızla geçti, Türkiye'de de ilk can kaybının duyulduğu 18 Mart 2020 Çarşamba gününe gelindi. Felaketin adının koronavirüs ve bulaşıcı olduğunu yeni fark etmiştik ki iletişim araçlarındaki virüs haber bombardımanı ile birlikte hastanelerdeki doktor, hemşire ve diğer sağlık personelinin aşırı titizliğini ve telaşını görünce durumun ciddiyetini anladık.

Türkiye genelinde tüm yazılı ve görsel basın, kısa süre sonra Sağlık Bakanlığı'nın duyurularını yaymaya başladı. Sanal dünya da panik halinde bu bilgileri paylaşarak, biraz da üzerine ekleyerek telaşa katkı sağladı. Mümkün olduğunca kimseyle temas etmemeye, sokağa çıkmamaya çalışırken 21 Mart'ta açıklanan 65 yaş üstü vatandaşların sokağa çıkmasının ve sonrasında bu sürece 20 yaş altının dahil edilmesi ile hafta sonundaki iki günün de yasaklandığı kararı; evlerde, sokakta, dağda taşta, yerde gökte yankılandı. Zamanı bile unutup evlerde yalnızlığa direnirken daha çok düşünmeye, geçmişi hatırlamaya ve geleceğe ait zorlama hayaller kurmaya başladık. Ben de bu düşünceleri yazıya dökerek süreçte bir tuzum olsun istedim.

Öncellikle geçmişe dalarak hayata tutunma çabalarımı, günah ve sevaplarımı, biriktirdiğim dostları, anı yaşarken sahiplendiğim hatıraları, teknolojiye uzak durmanın ve buna direnmenin boş bir çaba olduğunu anladım.

 

KOCA DÜNYA PARMAKLARIN UCUNDA

Son 40 yılda şehirleşmenin yoğunlaşması, sanayileşmenin artması ve teknolojinin yayılması ile birlikte dünya tuşlara dokunan parmakların ucuna sığmış ve insanlar yalnızlaşmaya başlamıştı.

Sanayinin gelişmesine bağlı olarak ekonomik gelir düzeyleri yüksek ve düşük toplum katmaları arasında büyük farkların oluşması nedeniyle ihtiyaç sahibi insanların sayısı bir hayli artmıştı. Bunun sonucunda da ekonomik geliri güçlü bireyler, diğerlerinden uzaklaşma yolunu seçmiş, farkında olmadan yalnız kalmaya ve kendilerini kapatmaya gönüllü bir şekilde razı olmuş, teknolojisi üstün iletişim araçlarıyla (telefon, tablet, bilgisayar vb.) yeni dostluklar aramaya başlamıştı.

Sanayi ve ekonomik değişmelerin emeğe talebi artırmasıyla evlerde anne babaların çalışmak zorunda kalmaları; eşlerin birbirleriyle, çocukların ebeveynleri ile aralarına mesafe girmesine neden oldu. Ebeveynler çocuklarıyla, büyükler torunlarıyla,  akrabalar birbirleriyle ya özel günlerde, bayramlarda görüştüler ya da iletişim araçlarıyla irtibat kurdular. Arkadaşlıklar ve dostluklar üzerine görüşmeler yapsalar da çoğunlukla salgın halinde yayılan ve bağımlılık yapan iletişim araçlarını daha çok tercih ettiler. 40 yaş ve üstündekiler, başta bu duruma üzülseler ve eleştirseler de zamanla onlar da teknoloji, sanayi ve ekonomik değişim karşısında alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kaldılar.

Tüm bu gelişmeler ve değişmeler nedeniyle akraba, arkadaş ve toplum ile yüz yüze iletişim azalırken ihtiyaç duyduğu her şeyi ellerindeki tablet, bilgisayar ve telefon üzerinden internet aracılığıyla elde ettiklerini görenler, insanlara artık fazla ihtiyaç kalmadığı düşüncesini bilinçaltlarına yavaş yavaş işlediklerinin farkında bile değillerdi.

İnsanlar, birbirlerinden uzaklaştıkça mazeret aramaya veya mazeretler üretmeye başladılar. Ebeveynler çocuklarının, çocuklar büyüklerinin olumlu yönlerini öne çıkaracakları yerde taleplerine olumsuz yanıt verenlerin her halinde her tavrında kusur arar oldular. Bir yandan bu kusurlar bahane edilerek bir yandan da çıkar ilişkilerinin zedelenmesi sonucu akraba ve dostlarından uzaklaştılar ve yalnızlığa alıştılar.

Çocuklar da daha anne karnındayken anne veya babasının elindeki telefon, tablet ya da bilgisayarların tıklarını hissetmiş, insan sesini nadiren duyar olmuştu. 2-3 yaşında tablet ve telefonla kaynaştılar. Akıllı cihazları kullanma becerilerine bağlı olarak da 'mucize bebekler' olarak görülüp kutsandılar. Böylece onlar da yalnızlığa hazır hale getirildiler.

Sürecin farkına varan bilim insanları ve 40 yaş üstündeki büyükler, teknoloji salgınının insanları yalnızlaştırdığına ve toplumsal yaşamda büyük tahribata yol açacağına dikkat çekerek tedbir paketleri açıklamaya henüz yeni başlamışlardı ki……

 

KORONA VİRÜS SONRASI (KVS) DÖNEMİ

Teknoloji salgını, yalnızlaşma, sosyal yaşamın zayıflaması, çıkar ilişkilerinin artması ve de insanların birbirlerinden uzaklaşması derken…

Salgın, yaklaşık bir ay sonra diğer ülkelere de yayılmaya ve can almaya başlayınca parmaklarının ucunda dünyayı takip eden insanların evlerinde kaygı başladı. Yıllar önce veba, sıtma, sars, kolera, AIDS, kuş gribi, domuz gribi salgınlarına tanık olan insanlık, dünyanın her köşesinde "koronavirüs" adlı yeni bir salgınla tanışmak zorunda kaldı.

Oysa başımızda yeterince salgın vardı zaten. Her yere, her konuya parmak uçlarıyla ulaştıran SANAL DÜNYADA YAŞAMA BAĞIMLILIĞI (İnternet, telefon, tablet, bilgisayar); daha fazla çok daha fazla harcamayı özendiren TÜKETİM SALGINI, kadim dostlukları eriten, giderek de ortadan kaldıran ÇIKAR İLİŞKİLERİ SALGINI gibi musibetlerin aşısı ve ilacı bulunmamışken, insanlar birbirlerini aile içinde dahi göremezken, KORANAVİRÜS diye bir salgının zamanı mıydı şimdi?

Koronavirüs adlı salgına karşı en birincil tedbirler sayılırken yayılmayı önleme amacıyla kullanılan kelimeler de söz dağarcığımıza yerleşti. "Sosyal mesafe, izolasyon, evde kal, yalnız kal, kimseyle görüşme, temas etme, zirve, su, sabun, dezenfektan" vb. kelimeler ile "Dostlarınızı ziyaret etmeyin, telefonlarla görüntülü görüşün, teknolojiden yararlanın, size maske için kod gönderilecek, internetten başvurun" vb. kısa cümleler ile öncelikle 5 yaş üstü çocuklara ve yetişkinlere yalnızlaşmanın faydaları anlatılıyor, kendine kapanmanın hayat kurtaracağı insanların beynine nakşediliyordu.

Aynı mahallede, aynı apartmanda veya aynı sitede oturanlar, birkaç ay öncesine kadar senli benli oldukları yaşam tarzından kopmaya başladı. Çocuklar, anne babalar birbirlerine ihtiyaçlarının olup olmadığını sormaya çekinir oldu. İhtiyaçları olursa getirdikleri paketlerden, yiyecek, içecek veya giyeceklerden 'virüs bulaşır' korkusu, bedenlerin birbirinden uzaklaşmasını tetikledi. Süreç uzadıkça da bu davranışların olağan olduğu düşüncesi zihinlere yerleşti. 

Toplumsal ilişkilerin sınırlandırılmasının yanı sıra aile içi iletişimin de kopması, birbirinden uzak durulması, araya mesafe konulması gerektiği;  yazılı ve görsel basın ile sanal alemde o kadar çok vurgulandı ki insanlar hijyen kurallarına, dezenfekteye, elleri sabunla yıkama uyarılarına harfiyen uysalar da birbirinden en az bir iki metre uzakta kalmaya, konuşmamaya, hatta odalarını ayırmaya kadar varan radikal davranışlar geliştirdi. Yürürken tanıdık birisiyle karşılaşıldığında yolların değiştirildiği, hapşıranlara yüreklerdeki 'bulaşma' korkusuyla 'Çok yaşa' denilmediği, bunun yerine oradan uzaklaşıldığı; çocukların, torunların, gençlerin, arkadaş ve dost ilişkilerinin azaldığı ve yalnızlaşmanın davranış biçimi haline gelmeye başladığı bir dönemden geçiyoruz.

Dünya genelinde hastalığa yakalananların ve koronavirüse karşı mücadeleye yenik düşenlerin sayısının artması, insanlarda 'yalnızlaşmak zorunda oldukları inancını' yaygınlaştırdı.

Öte yandan bir dostumun, "Virüs şüphesiyle hastaneye gittiğimi kimseye söyleyemedim. Çevremden yardım isteyemedim. Hatta test sonucum negatif çıkmasına rağmen bunu çocuklarımla ve akrabalarımla paylaşamadım. İletişim araçlarıyla yapabildiğim görüşmelerle yetindim" yakınmaları, durumun ne kadar zor olduğunu anlatmaya yetiyordu. Bu tür davranışların olağan bir tavır haline gelmesi, daha da vahim bir durumdu elbette...

Yukarıdaki değerlendirmeler ile birlikte sosyal izolasyon ve sosyal mesafe kaygısıyla annesini, evlatlarını, torunlarını haftalarca göremeyen, uzaktan sevmekle yetinmek zorunda kalan, eş, dost, akraba, arkadaşlarıyla sadece telefonla ya da sosyal medya aracılığıyla görüşebilen birisi olarak ‘Yalnızlaşma tehlikesinin farkına varmalıyız' diyorum.

 

VİRÜS SONRASI (VS) DÖNEMİNE HAZIRLIK

Dünyada çeşitli zamanlarda ortaya çıkan savaşlar, tabi afetler ve salgınlar, ülkelerin kültürlerinde ve sosyal yaşamlarında köklü değişikliklere sebep olmuştur. Daha çok bireyselleşme şeklinde kendini gösteren bu değişim, sosyal ve ekonomik diğer sebeplerle birlikte ülkemizde de geleneksel insan ilişkilerinde sarsıntıya yol açmıştır.

Bu durum, er veya geç bitecek olan korona sonrasında ağırlığını daha fazla hissettirecek, sadece kendini ve ailesini düşünen bireyselleşmeyi hızlandıracak, toplumsal travmayı artıracaktır. Şu anda hastalığın günlük yaşamdaki tahribatını azaltmaya yönelik yardım kampanyalarına yoğun katılım olsa da gelecek günlerde bu dayanışma etkisini azaltabilir. Bu nedenle salgından sonra sosyal yaşantıda oluşacak olumsuz kültürel değişimin önüne geçilmesi ve yalnızlaşmanın salgın haline gelmesini önlemek için şimdiden iç düşüncelerimizi ve iletişim alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir.

 

ETKİYİ AZALTMAK MÜMKÜN

Virüs kapma endişesiyle insanların birbirleriyle görüşmekten kaçındığı bir dönemde büyüklerinden ve arkadaşlarından uzaklaştırdığımız, sokağa çıkaramadığımız, oyuncaklarına bile dokunmalarının dezenfekte gerektirdiğine inandırdığımız çocukları ve gençleri gelecekte korku ve yalnızlık fobisi beklemektedir. En az virüs kadar tehlikeli bir salgın olan sosyolojik-psikolojik kaygı bozukluğunun sorun haline gelmesinin önlenebilmesi, gelecekte insanlarımızın psikolojik, sosyal ve kültürel tahribatına yol açmasının engellenmesi amacıyla siz de  birtakım tedbir ve uygulamaları hayata geçirilebilirsiniz.…

Virüsün etkisini tamamen yitirmesini beklemeden hemen şimdi mevcut şartlardaki iletişim araçlarını kullanarak tüm büyükleriniz, akraba, dost, arkadaş ve komşularınızı ile hatırlayabilir, onların sizi aramasını beklemeden harekete geçebilirsiniz. Siz önderlik yaparak;

Karşınızdaki kişiden hiçbir beklentiniz olmadan  "Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar" gibi selamlama kelimelerini sıkça kullanarak hatırlarını, nasıl olduklarını, ihtiyaçlarının olup olmadığını sorunuz.

Sahip olduğunuz arkadaşlarınızın bugüne kadar eksik, zaaf ve de beğenmediğiniz yönlerini unutarak onları olduğu gibi kabul ederek sevginizi gösteriniz. Onları merak ettiğinizi hissettiriniz.

Çocuklarınızdan beklentilerinizi yüksek tutmadan hatta hiç beklentinizin olmadığını kendinize inandırarak onların aramasını beklemeden yaptığınız aramalarda öncelikle sevginizi gösteririniz.

Bu zor zamanlarda mecburiyetten de olsa evde eşinizle baş başa kalmayı avantaja çevirerek anlaşmazlıklarınızı, huzursuzlukları öne çıkarmak yerine, yaşadığınız o güzel günleri hatırlamayı, sevgi sözcüklerini sıkça kullanmayı önceleyiniz.

Bugüne kadar çeşitli sebeplerle önceliğimizin isteklerimizin peşinden koşmak olduğunu hatırlayarak sahip olduklarınızla yetinmeyi, fazlasının sağlık, akraba, arkadaş, dost ve nefes olmadan hiçbir işe yaramadığını hatırlayarak şimdiden kendinize ve çevrenize zaman ayırmanızı, onlarla kısa bir gelecek sonunda daha çok zaman geçirmeye dönük planlar yapmanızı öneririm.

İnsan hayatını kolaylaştıran ve mutluluğu artıran sihirli üç sözcüğün  'Teşekkür ederim', 'lütfen', 'özür dilerim' ifadelerinin kapsamını biraz daha genişleterek "sevgi, nezaket, zarafet…" sözcüklerini daha çok kullanınız.

Yaşınız ne olursa olsun, sivil toplum kuruluşlarının en az birinde görev almayı gerçekleştiriniz.

Amacınız ne olursa olsun öncelliğinizin daha çok maddi kazanç biriktirmek yerine dostlar biriktirmek olduğunu unutmayınız ve bunu kendinize hedef seçiniz.

Önümüzdeki yıllarda yeni dostlukların kolay oluşamayacağını, yalnızlaşmanın virüs gibi yayılacağını göz önüne alarak mevcut dost ve akrabalarınızı kaybetmemeye özen gösteriniz.

Eşyaları sevmek yerine kullanmayı, insanları hep sevmeyi tercih ediniz.

"Zarafetin göze batmak değil, akılda kalmak olduğunu" unutmadan akılda kalacak söz davranışları sergilemek amacıyla daha çok okuyunuz.

Bilgi, beceri ve diğer tecrübelerinizi pek çok bedel ödeyerek elde etmiş olsanız da kazandıklarınızı çevrenize bedelsiz aktarmanın mutluluğunu yakalayınız. Böylece salgının yol açtığı yalnızlıktan kurtulmaya katkı sağlayınız.

İnsanların virüs kapma endişesiyle birbirleriyle görüşmekten kaçındığı bir dönemde büyüklerinden ve arkadaşlarından uzaklaştırdığımız, sokağa çıkarmadığımız, oyuncaklarına bile dokunmalarının dezenfekte gerektirdiğine inandırdığımız çocukları ve gençleri gelecekte korku, yalnızlık fobisi beklemektedir. En az virüs kadar tehlikeli bir salgın olan sosyolojik-psikolojik kaygı bozukluğunun sorun haline gelmesinin önlenebilmesi, gelecekte insanlarımızın psikolojik, sosyal ve kültürel tahribatına yol açmasının engellenmesi amacıyla siz de  birtakım tedbir ve uygulamaları hayata geçirilebilirsiniz.…

Yukarıda özetlenmeye çalışılan tavır ve davranışların "Salgın sonrasında yaşanacak toplumsal travmanın azaltılmasına katkı sağlayacak, sosyal ilişkileri geliştirecek, yardımlaşma ve dayanışma içinde birlikte yaşama kültürünü zenginleştirecek davranışların, salgının sosyal yaşamda yol açacağı tahribatın azaltılmasına hizmet edeceği" inancıyla tüm akraba, dost, arkadaş ve insanlığa sevgi dolu selamlarımı sunuyor, sağlıklı günler diliyorum.

* Suhal ERİŞ, Görev yaparken birlikte çalışmaktan zevk aldığım emekli Maarif Müfettişidir.

«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»«»

 

KURALSIZLIĞIN SURLARI EĞİTİM İLE YIKILIR

 

              Bu sitede yayımlanan tüm materyal, kaynak gösterilerek alınabilir.

Önemli not: Sitemiz amatör bir site olup ticari amaç gütmemektedir. Sitemizdeki yazıların bütün hakları yazarlarına ait olup yayımı istenmediği takdirde yayından derhal kaldırılacaktır.

13.07.2002    TARİHİNDE  TRT 2' DEKİ "Internet TV" PROGRAMINDA SİTEMİZ  ÖNERİLMİŞTİR

 

Bu sayfanın son güncelleştirilme tarihi Nisan, 2021

31/12/2020 tarihinden itibaren ziyaretçi sayısı